Kıvılcımların Fısıltısı

İrem Canbaz
4 min readOct 1, 2022

--

En yakın arkadaşımla doğum günümüz arasında iki gün vardı. Aynı şehirde olmamıza rağmen bir türlü ondan ve benden ötürü sebeplerden dolayı buluşamadık. Birkaç gün sonra aramızda her zaman olan samimiyetin dışında bir farklılık hissettim ve daha önce hissetmediğim şekilde arkadaşlığımız için kaygılandım çünkü arkadaşlık bir ilişkidir. Ve ben, o ve aramızdaki ilişki ise bir bütündür ve olacak ufacık bir farklılık o bütünü etkileyebilecek bir güçtedir. Evet ben hayattaki ilişkilerimizde ufacık farklılıkların sahip olduğumuz o bütünü etkileyebilecek güçte olduğuna inanıyorum. Sadece arkadaşlık ilişkisi için değil yediğimiz yiyeceklerde de bu durumu yaşayabiliyoruz. Örneğin karpuz yerken yanına gelen peynirin, kahve içerken bir lokma çikolatanın, ketçapsız düşünülemeyecek patates kızartmasının ve midyeye eşlik eden limonun bir anda o yiyeceklerin tadını değiştirdiği gibi. Çünkü bazı şeylerin birbirinden bağımsız düşünülemeyeceğine inanıyorum ve arkadaşlığımız için “o ufacık” olan şey her ne ise onu bulmaya çalışıyordum. Birkaç gün gündüz vakitlerinde ayaklarımı peteğe uzatıyor gece ise bana hediye ettiği lambamı açıp çayımı yudumlarken sadece aramızdaki bu durumu düşünüyordum ve düşündükçe üzülüyordum. Allah hepimize tefekkür etmeye dahi cesaret edemeyeceğimiz duygularla baş edebilmeyi nasip etsin…

Sonra “ne oldu şimdi durduk yere, neden böyle ketum oldu ki” diye düşünürken öfkelendiğimi fark ettim. O öfke ile de kendimle ilgili rasyonel olmayan sonuçlar çıkardım ve onu şaşırtacak bir şey söyledim. Halbuki o söylediğim şey benim kaygım sonucu zihnimde tasarladığım irrasyonel bir kılıftı. Farkındaydım fakat öfkemi kontrol edemedim. Hissettiğim şeyi karşımdakine sormak, duygularımı paylaşmak ve durumu anlamaya çalışmak yerine kendime zulmettim. Allah hepimize zihinsel kaymalarından korunacak gücü versin…

Birkaç gün sonra buluştuk. Ona hem tek başına hem de ikisini beraber kullandığında daha iyi hissettirebilecek bir hediye aldım. Mutlu oldu, ben de mutlu oldum. Ardından derin bir nefes alıp aklımdakileri sordum, o da nezaketle cevap verdi. Birbirimize sorular sorduk ve duygularımızı anlamaya çalışınca durumun hiçte zannettiğim gibi olmadığını gördüm. Allah hepimize zandan kaçınmayı ve doğru ile yanlışı ayırabileceğimiz furkan yetimizi hakkıyla kullanabilmeyi nasip etsin...

Birbirimize duygularımızı ve düşüncelerimizi davranış yoluyla aktardıkça kaygılarım oracıkta gidiyordu. Duygularımızı rahatça ifade ettiğimiz o yerde, düşüncelerimiz anlaşılır hale geliyordu. Açık bir iletişim kurmak ihtiyacımız olan şeyi fark etmemize yardım ederken birbirimize destek oluyor ve uygun olan davranışı kendi ritminde birbirimize aktarıyorduk. Çünkü duygu, düşünce ve davranışta birbirinden bağımsız değildir. Birinin yokluğu ötekinin de yokluğu demektir. Artık zihnim de kalbim de çok rahatladı, palazlanmış olan kaygım yerini sakin bir hale bıraktı. Nedeni şu, hiçbir duygumu ertelemedim, görmezden gelmedim çünkü ilişkideki sorunlar kıvılcıma benzer ve onları görmezden gelmek yerine onların sesini duyup anlamaya çalışmamız gerek. Ve konuştukça aslında konuşma ihtiyacımızın bir şeyleri onarma ihtiyacımızla da bağlantılı olduğunu fark ettim. Çünkü biz bir düşünceyi paylaşırken aslında bir duyguyu paylaşıyoruz. Ve güvende hissederek konuşmanın, sahip olduğumuz bütün ilişkilerde mevcut durumu dönüştürücü bir güce sahip olduğunu gördüm. Orada, her bir konuşmamız yeni konuşmalara gebe oluyordu. Birbirimizi anlamaya çalışıyorduk ve hepimizin temel ihtiyacı gerçekten de anlamak ve anlaşılmak değil midir ? Benim için öyledir.

Artık mevcut hâlden yeni bir hâl daha oluştu aramızda ve bu “yeni hal” sahip olduğumuz bütünü etkiledi.
İşte hepimiz birbirimizi böyle etkiliyoruz. İlişkilerimize özen göstererek, birbirimizi gözeterek, paylaşabileceğimiz ne varsa ilişkiye ekleyerek. Kısacası emek vererek çünkü bütün ilişkiler emek istiyor. Emek verdiğimiz ölçüde aslında birbirimize olan değerimizi de göstermiş oluyoruz. Tıpkı bu resimdeki caminin iç tasarımını yapan kişinin orada ibadet eden insanlara ne kadar değerli olduğunu hissettirdiği gibi. Bu camiye çok sevdiğim biriyle namaz kılmak için gittik ve çok özenli, güzel ve tertemiz bir yapıyla karşılaştık. Duvarların deseni, boyanın iç ferahlatan renkte olması, hem rahat çıkabilelim diye hem de duvarların rengiyle uyumlu yumuşacık bir halı ve hatta halı kaymasın ve düşmeyelim diye her basamağa sabitlenmiş bir halı tutacağı vardı. Caminin avlusu çocukların rahatça bisiklet sürebileceği, aynı zamanda anne ve çocuğunun da paten sürebileceği ve bizimde olan biteni bankta oturup rahatça izleyerek sohbet edebileceğimiz kadar genişti. Çok büyük emek verilmiş ve çok saygı duyuyorum. İçinde emek olan her şeye saygı duyuyorum. Bu durum karşısında “hem bu kadar özenli ve temiz bir yerde ibadet etmenin insana, yaratıcısıyla rahat bir iletişim alanı sunduğunu hem de bir insan ürünü olan bu tasarımla aslında insana ne kadar değer verildiğinin somut bir örneği olduğunu düşündük.” Çünkü bu tasarımın sahibi bize bu değeri, emek vererek gösterdi ve biz de orada olduğumuz süre boyunca rahat ve konforlu bir vakit geçirdik, ne kadar değerli olduğumuzu hissettik. O küçük detaylar dikkatimizi çekti ve böylece mutlu olduk. İşte bütün ilişkilerde küçük veya büyük demeden gösterdiğimiz emeklerimizi somut hale getirmemiz lazım. O gayreti görmeye gönüllü olmamız lazım. Emek vermenin ve o emeği görüp hakkıyla karşılık vermenin de bir erdem olduğuna inanıyorum.

Allah hepimize birbirimizden alacağımız nimetleri samimiyetle görebilmeyi, onun nimet olduğunu fark edebilmeyi, çevremizde olan biteni görüp orada verilmek istenen mesajı duyup anlayabilmeyi ve tüm bu farkındalıkları ise ilişkilerimizin selameti için kullanabilmeyi nasip etsin…

--

--

İrem Canbaz

hayatımı romantize ederek yaşamaya çalışıyorum ve öğrendiğim şeyleri yazıyorum.